sadakat Yeni Üye
Mesaj Sayısı : 5 Yaş : 49 Kayıt tarihi : 20/02/09
| Konu: Üstadın Barla'ya Gidişi 2009-04-17, 14:23 | |
| Üstadın Barla'ya Gidişi
Üstad, Barla'dan yirmi beş sene evvel ayrılmış ve o zamana kadar hiç gitmemişti. Barla ile, kendi Nurs köyünden ziyade alâkadardı. Çünki, hayat-ı mâneviyesi olan Risale-i Nur burada te'lif edilmeye başlamıştı. Kur'ân-ı Hakimin hidayet nurlarını temsil eden "Sözler" ve "Mektubat" ve "Lemeat-ı Nuriye" buradan etrafa yayılmıştı. Bu itibarla Barla, Risale-i Nur dershanesinin ilk merkezi idi.
Barla'daki hayatı gerçi nefiy ve inziva içinde ve tarassud altında geçmekle acı idi; fakat Risale-i Nur hakikatlarının te'lif yeri olduğundan Üstad'ın en tatlı ve şirin hayatı da yine Barla hayatıdır denilebilir. Bu defa Barla'ya nefiy ile değil, hapis ile değil, kendi rızası ile ve serbest olarak gidiyordu. Güzel bir bahar günü Barla'ya geldi. Barla'daki talebelerinin mühim bir kısmı Üstad'ı karşıladılar. Üstad, sekiz senelik ikâmetgahı olan Medrese-i Nuriyesine yaklaşırken kendini tutamadı, mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Haşmetli çınar ağacı da adeta kendisini selâmlıyordu. Bir vakitler- yani Barla'da sekiz sene ikâmetten sonra Isparta'ya celb edilmişti. O zamanki gidişinde mübarek çınar ağacı Üstadı mânen teşci etmiş, haşmetli kanatları olan dallarının Cenab-ı Hakka olan secdevâri ubudiyetiyle Üstad'ı uğurlamıştı. Bu defa da yine uzun bir müfarekattan sonra tekrar Üstada kavuşmanın süruru içinde Hâlik-ı Rahmâna secde-i şükrana kapanıyordu. Üstad, o mübarek çınar ağacına sarılmış yanındaki talebelerine ve ahaliye kendisini yalnız bırakmalarını söylemişti; zaten göz yaşlarını tutamıyordu. Sonra, Nur Dershanesi olan odasına girdi ve iki saat kadar kaldı, hazin ağlayışı dışarıdan işitiliyordu.
Evet, şüphesiz rahmet-i İlâhiyenin nihayetsiz tecellilerine mazhardı. Bir zamanlar Şarkî Anadoludan Isparta havalisine sürülmüştü... Isparta'dan da, dağlar arasındaki Barla Nahiyesine nefyedilmişti.. burada ölüp gidecekti. Eski tarihçe-i hayatının şehadetiyle çok kahraman ve fedakâr olan bu zât, doğrudan doğruya Kur'ân-ı Hakîmin hakikatlarını benimseyen; ferdî ve millî saadeti, İslâmiyet hakikatlarına sarılmakta gören ve bunu haykıran ve delâil-i akliye ile ilim meydanına çıkan bir kimse idi.
Üç devir geçirmiş, cebbar kumandanlara boyun eğmemiş, kudsi dâvasından dönmemiş; yaralanmış, zehirlenmiş, ölmemiş; dağlar gibi hâdiselerin dalgalarından yılmamıştı...
Milletleri, kavimleri içine alan, zihniyet ve telâkkileri değiştiren, asr-ı hâzırın cereyanları, bu zâtı Kur'an ve îman davasındaki yolundan çevirememişti. O, ruhundaki şecaat-ı îmaniye ile kat'î inanıyordu ki, dâva ettiği hakikat bir gün milletçe benimsenecek; bir Said, binler belki yüzbinler Said olacak. İnsanlık camiasında neşrettiği hakaik-ı îmaniyenin fütuhatı ve inkişafı başlıyacak.. ve âfâk-ı İslâmı saran zulmet bulutları Kur'andan eline verilen bu meş'ale-i hidayetle dağıtılacak.. ölmeye yüz tutmuş zannedilen îman ruhu yeniden canlanacak.. canlara can katacak.. mânen ölmeye yüz tutan millet-i İslâmiyeyi ihya edecek.. âleme efendi olan İslâmiyetin Biiznillah- cihana efendiliğinin maddî mânevî mübeşşiri olacaktı.
İşte, bu kudsî hakikatin hâmili ve naşiri olan ve hakikatta bu günkü beşeriyetin medar-ı iftiharı bulunan bu aziz zât, din düşmanlarının plâniyle -vaktiyle- bu beldeye gönderilmiş, Anadolu'da tesis ettirilen rejimin aleyhinde bulunmasına, fiilî müdahalesine mümanaat olunmuştu. Heyhat! Esasen kendisi siyasetten çekilmişti; ehl-i dünyanın dünyasına karışmıyordu; O, istikbali nurlandıracak bir hakikatın te'lif ve neşrine çalışıyordu. Kâinatın sahibi ve hâdiselerin mutasarrıfı olan Allah; onun hâmisi, muîni ve yardımcısı idi.
İşte, otuz sene sonra tekrar Barla'ya döndüğü zaman, hizmet-i îmaniyesinde nail olduğu büyük ikramları, inayetleri düşünerek, müşahede ederek mesrur oldu ve sürurundan ağlıyordu, secde-i şükrana varıyordu.
Hâl-i hazırda Üstad Isparta'da ikâmet eder. Bazan Emirdağına, bazan Barla'ya gider. Buraları, Risale-i Nur'un te'lif ve inkişaf merkezleri olduğu için ruhen çok alâkadardır. Hem, kendisi doksan yaşına yaklaştığı ve birçok defalar zehirlendiği için, rahatsızdır. Hastalığı tarif edilmiyecek derecede ağırdır ve şiddetlidir. Ruhen, hissiyatı kuvvetli; ve âlem, bahusus Âlem-i İslâm, bilhassa Risale-i Nur dairesi, vücud-u manevisi hükmünde olduğundan, her iki vücudundaki ızdırap şedittir. Gerçi talebelerinin duaları ve neşr-i envar-ı îmaniye o ızdırabına bir merhem ve deva ise de, yine de pek vâsi' şefkatı itibariyle zaman zaman ızdırabı şiddetlenmektedir. Bu itibarla, tebdil-i havaya çok muhtaçtır. Bir yerde fazla kalamıyor. Tebdil-i havaya çıktığı zaman hastalığı kısmen azalıyor, rahat nefes alabiliyor.
Üstad, Risale-i Nur kesretle intişar ettiğinden ve her yerde pek çok Nur Talebeleri mevcut olduğundan halklarla konuşmayı tamamiyle terk etmiştir. "Risale-i Nur, benimle sohbetten on derece ziyade faidelidir." deyip ziyaretçi de kabul etmemektedir. Hatta yanındaki talebeleriyle dahi zaruret halinde konuşmaktadır.
Artık hayatının son safhasına geldiğini söylemekte, daima içinde yaşadığı ayı çıkarabileceğinden şüphe eder bir vaziyette ecelini beklemektedir. Nurların neşriyatından memnun ve müteşekkirdir. Millet ve devletçe İslâmiyet ve saadet yolunda atılan her adımı takdir ve tasviple karşılamakta. Hak yolunda yürüyen, İslâmî şeâiri ihya edenlere dua etmektedir. Aynı zamanda, Âlem-i İslâmın maddeten ve mânen selâmet ve saadetini dilemekte ve bu yolda girişilen dahil ve hariçteki gayretlerden hadsiz derecede sevinç ve memnuniyet duymaktadır.
Risale-i Nur'u Kur'ân-ı Hakîmin bu zamana mahsus bir mu'cizesi bilmekte, bu vatanı komünizm tehlikesinden Risale-i Nur'daki hakikat-ı Kur'âniye muhafaza ettiğini beyan etmekte ve Âlem-i İslâmla hakiki kardeşliğe ve uhuvvete ve ittifaka medar olacağını, dünyevî ve uhrevî saadetimizin bu hakikata yapışmamızda bulunduğunu duyurmaktadır.
Risale-i Nur'un Anadolu'dan başka diğer Müslüman memleketlerde yayılmasının elzem olduğu kanaatindedir. Siyasî gayret ve faaliyetlerden evvel, Risale-i Nur'un neşrolmasının daha menfaattar olacağını ihbar etmektedir. (Tarihçe-i Hayat - 678) | |
|