TESANÜD Moderatör
Mesaj Sayısı : 133 Kayıt tarihi : 26/01/09
| Konu: ANNE VE BABANIN EHEMMİYETİ 2009-02-04, 01:39 | |
| ANNE VE BABANIN EHEMMİYETİ
Evet insanın en birinci üstadı tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle ben kendi şahsımda kat’i ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum validemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatlar içinde birer çekirdek-i esasiye müşahade ediyorum.” (Lem’alar sh: 199)
Ebeveynin İslâmi esaslara aykırı olmamak şartıyla hukuklarına riayet ve Allah için hürmet etmek gerekir.
Evet «peder ve valideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesabına onlara hürmet ve muhabbet, Cenab-ı Hak’ın muhabbetine aittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat Lillah için olduğuna alameti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faideleri kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkata attıkları zaman, daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir.
إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَا أُفٍّ
(17:23) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate evladı davet etmesi, Kur’anın nazarında valideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir.
Madem peder, kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister. Ona mukabil veled dahi, pedere karşı hak dava edemez. Demek valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münakaşa yok. Veya münakaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dava etsin. Pederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.
Ve evlatlarını, o Zat-ı Rahim-i Kerimin hediyeleri olduğu için kemal-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhafaza etmek, yine Hakka aittir. Ve o muhabbet ise, Cenab-ı Hakk’ın hesabına olduğunu gösteren alamet, Vefatlarında sabır ile şükürdür, me’yusane feryad etmemektir. “Halikımın benim nezaretime verdiği sevimli bir mahluku idi, şimdi hikmeti iktiza etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlükte bir zahiri hissem varsa, hakiki bin hisse onun Hâlik’ına aittir. El-Hükmü Lillah” deyip teslim olmaktır. Hem dost ve ahbab ise, Eğer onlar iman ve amel-i salih sebebiyle Cenab-ı Hakkın dostları iseler, “Elhubbu Fillah “ sırrınca o muhabbet dahi, Hakka aittir.” (Sözler sh: 639)
Milletin ehl-i takva, musibetzede, hastalar, ihtiyarlar, çocuklar, fakirler ve gençler olarak altı tabaka olduğunu ve bu taifelere göre onlara uygun ders, teselli ve terbiye gerektiğini beyan eden risalenin çocuklara ait kısmında, mimsiz medeniyetçilere hitaben şöyle denilmektedir:
“Dördüncü taife ki, çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da za’f ve acz iktidarsızlık noktasında, merhametkâr, kudretli bir Halikı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mesudane inkişaf edebilir. İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmi telkinatıyla o masumlar hayata müştekane bakabilirler.
Acaba, alakaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefi düsturların taliminde midir. Eğer insan bir cesed- i hayvaniden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı, belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu frengi usul, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi.
Madem ki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, madem ki insandırlar, elbette küçük kalblerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksatlar tevellüd edecek. Madem hakikat böyledir, onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istinadı, kalblerinde iman-ı billah ve iman-ı bil-ahiret suretiyle yerleştirmek lazımdır. Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa divane bir validenin, veledini bıçakla kesmesi gibi, hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o biçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için, beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nevinden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.» (Mektubat sh: 421) | |
|