Nura Sadakat Forumu
Risale-i Nur Meslek ve Meşrebini Muhafaza Adına, Risale-i Nur Eksenli Paylaşım Forumu
Nura Sadakat Forumu
Risale-i Nur Meslek ve Meşrebini Muhafaza Adına, Risale-i Nur Eksenli Paylaşım Forumu
Nura Sadakat Forumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Nura Sadakat Forumu

Risale-i Nur Meslek ve Meşrebini Muhafaza Adına, Risale-i Nur Eksenli Paylaşım Forumu
 
PortalAnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Genç Saidler
Admin
Admin
Genç Saidler


Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 22/01/09

ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Empty
MesajKonu: ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ   ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Icon_minitime2009-02-15, 01:26



BEDİÜZZAMAN SAİD İ NURSİ’NİN SEYYİDLİĞİ


(Not: Gelecek tahlilimiz, yalnız zahire göredir. Nefsül emri isbat değildir. Maddi tarih ve zevahire göre yazılan bir şeye itiraz edilmez ve edilmemeli.)

Bu mes’elede şahsî kanaatimiz ise, Hazret i Üstâd’ın nesebi Seyyid olduğu yönündedir. Çünki, bu Zâtta görülen ve tecelli eden acîb harika zekâ, fevkalâde olan azm ve çok metin sarsılmaz cihad ruhu, îmân ve İslâm’ın umum mes’elelerini halleden, hakikat meydanında ispat eden harikulâde ilmî kabiliyet, maneviyat, esrâr ve kerametler bunu öyle gösteriyor.
Tâhlilin sonunda bu kanaatimizin sebebinin başka yönleri de izah edilecektir. Amma buna rağmen tahlil, maddî ve zahirî hale göre yürütülecektir.


MUKADDEME


Seyyidlik, dünyada en şerefli bir nesebdir. Hiçbir sülâle ve neseb ona ulaşmaz. Üstâd Hazretleri’nin bu mübarek ve namdar nûrani silsileye maddeten de mensubiyetini bütün kalbimizle isteriz. Ancak gelecek tahlillerde görüleceği üzere, Üstâd’ın şecere ve silsile bakımından Seyyid olduğunu gösteren kat’i bir delil elimizde bulunmamaktadır.
Bazı tarihçilerin beyânlarına göre; Emevî ve Abbasî Halifelerinden bir kısmının İslâm’a uymayan bazı hareketlerine karşı ayaklanan başta İmam ı Zeyd, Seyyidler ailesi, büyük zulüm ve katliamlarına ma’ruz kalınca, bir çok Seyyid ailesi, o zamanın tabiriyle “Kürdistan” dağlarına tahassun etmişlerdir. Hicret eden Seyyid ailesinin yüz tane ev olduğunu farzetsek; bunlardan bir kısmı İran’a, hatta Semerkand ve Buhara’ya kadar uzanmışlar.. Bir kısmı da şark vilayetlerinin belli bölgelerine yerleşmişler. şark’a yerleşen ve tâ o zamandan beri hürmetle karşılanan belli başlı Seyyid aileleri hâlen mevcuttur. Meselâ Hakkâri’nin, Arvasiler; Mardin’in, Ahmedîler; yine Hakkâri’nin, Nehrîler; Muş’un; Cukreşîler ve Urfa Viranşehir’in Ebu l Kâsimîler vesaire o zamandan tâ şimdiye kadar Seyyid olarak bilinmekte ve hâlen de hürmet görmektedirler. Az ilerde bu mevzuya tekrar dönmek üzere, hemen kaydedelim ki; Bediüzzaman Hazretleri’nin belli olan bu mezkür ailelerden herhangi birisine neseben mensup olduğuna dair elimizde hiçbir maddî delil yoktur. Fakat buna karşılık, Seyyidliğine dair Üstâd’dan menkul mühim bazı rivayetler vardır. Burada bu rivayetleri kaydettikten sonra, bir tahlil ve mukayese yapacağız.


[/size]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.nurasadakat.net
Genç Saidler
Admin
Admin
Genç Saidler


Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 22/01/09

ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Empty
MesajKonu: Geri: ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ   ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Icon_minitime2009-02-15, 01:30

RİVAYETLER


1 14 Nisan 1929 tarihinden vefatına kadar istikamet, ihlâs, iffet ve sadakatın en bâlâ vasıflarıyla Risale i Nûr’a hizmet eden, o nisbette de Üstâd’ına karşı muhabbet ve bağlılığı olan merhûm ve mağfur Albay Hacı Hulusi Yahyagil ağabey anlatmıştı: “Bir defa Üstâdı ziyaretimde, bir münasebetle Üstâd:
“Kardeşim sen de, ben de sâdâttanız” demişlerdi. Ancak sair zamanlardaki ziyaretlerimde defalarca Üstâd’dan duyardım ki: “Kardeşim! Hakaik, lisan ı maderzâdım olan Kürtçe olarak kalbime gelir. Sonra ben Arapça veya Türkçeye çevirerek yazarım” diye buyururlardı.


2 Bediüzzaman’a hanedanıyla, efrad ı ailesiyle her türlü tehlikeleri göze alarak hizmet eden, bağlılık gösteren, en yakın akrabadan çok daha yakın bir akrabalık hissi içerisinde sadakatla fedakârane talebelik eden Emirdağ’ın Çalışkanlar ailesinden merhûm Mehmet Çalışkan ağabey anlatıyordu:
“Bir defa (yüksek bir âlim, beliğ bir edib olan) merhûm Ahmed Feyzi Kul Efendi Emirdağına gelmişti. Sohbet etti. Üstâdımızın büyük evsâfını, yüce makâmlarını, riyazî ve cifrî tevafuklarla açıklıyordu, biraderim Osman Çalışkan’ın kalbine gelir ki: “Biz Üstâdımızı “Kürd” olarak biliyoruz. Ahmed Feyzi Efendi’nin anlattığı büyük müceddid ise, Âl i Beyt i Nebevî’den olacaktır:”


Bu kalbî muhasebemden az sonra, Üstâd Hazretlerinin beni çağırdığını söylediler. Gittim. Üstâd bana: “Kardeşim, ben hem Hasanîyim, hem de Hüsenîyim.. ve Ahmet Feyzi’nin bütün söylediğini kabul ediyorum, haydi git!” dediler.


3 Urfalı Seyyid Salih (Salih Özcan) Bey anlattı: “Bir defa Üstâd Hazretleri’nin ziyaretine gitmiştim. Nesebimi sordu. Ben de “Seyyidim” demiştim. Üstâd: “Hasanî misin, Hüseynî misin?” diye sordu. Ben: “Hüseynîyim” dedim. Bunun üzerine Üstâd: “Kardeşim ben hem Hasanîyim, hem de Hüseynîyim” buyurmuşlardı.


4 Necmeddin Şahiner’in Son şahidler kitabının birinci cildi sh. 236’da, Erzincan’ın ilk devre Milletvekillerinden Hüseyin Aksu Bey’den naklettiğine göre, bu zâtın Üstâd’la Kastamonu’da görüşmesinde, Üstâd Hazretleri kendisinden nesebini sormuş, O da “Asıllarının Zeynel Abidin Hazretlerine dayandığını söylemiş” Bu defa o da Üstâd’ın nesebini sorması üzerine “Benim annem Nûriye evlâd ı Resuldendir. Hazret i Hüseyine dayanmaktadır. Babam ise, oranın yerlisidir” demiştir.


5 Eskişehirli saatçı Muhyiddin Yürüten: Halis bir Nûr talebesi olan bu zât, Salih Özcan’ın Seyyidliği mevzûunda, Üstâd Hazretleri’nin şu rivayetini nakleder: “Ziyaretlerimden birisinde, Üstâd’ın yanında Salih Özcan da bulunuyordu. Üstâd ona: “Kardeşim, sen hakiki Seyyidsin, Nûriye de Seyyid, Mirza da Seyyiddir” dedi.”




Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.nurasadakat.net
Genç Saidler
Admin
Admin
Genç Saidler


Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 22/01/09

ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Empty
MesajKonu: Geri: ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ   ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Icon_minitime2009-02-15, 01:35

Risale-i Nurda Bu Mesele



Şimdi Hazret i Üstâd’ın ve Nûr talebelerinin bu mevzu’da, Risalelere geçmiş yazılı beyânlarına da bir göz atalım:

1 Muhâkemât eseri Sh. 38’de Hazret i Üstâd: “Nasılki Seyyid olmayan, Seyyidim; ve Seyyid olan, değilim dese, duhûl ve hurûc haram olduğu gibi... “


2 Osmanlıca şualar Sh. 287’de, Denizli hadisesi birinci ehl i vukufu “Eğer Said Mehdiliğini ortaya atsa, talebelerine kabul ettirecek.:” diye yazmaları üzerine, Hazret i Üstâd mahkemede verdiği cevabta: “Ben Seyyid değilim. Mehdi ise, Âl i Beyt i Nebevî’den olacak..“ diye cevap verdi.


3 Afyon Mahkemesi müdafaası Osmanlıca Sh. 78 “... Hatta Denizli’de Ehl i vukûf: “Eğer Said Mehdiliğini ortaya atsa, bütün şakirdleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said, i’tiraznâmesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak:” diye onları reddetmiş. Yoksa ben Seyyid olmadığım gibi, hiçbir vakit böyle haddimden yüz derece ziyade hallerde bulunmamışım. “


4 “Hem mahkemede Denizli Ehl i vukûfu, bazı şakirdlerin bu i’tikadlarına göre, bana karşı demişler ki: “Eğer Mehdilik da’vâ etse, bütün şâkirdleri kabul edecekler. Ben de onlara demişim: “Ben kendimi Seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki Âhirzamanın o büyük şahsı Âl i Beyt’ten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret i Âli’nin (R.A.) bir veled i manevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl i Muhammed (A.S.M.) bir ma’nada hakikî Nûr şâkirdlerine şâmil olmasından, Ben de Âl i Beyt’ten sayılabilirim. “


5 Emirdağ 1. Sh. 55 56’da “... Ezcümle: “Hazret i Hasan Radıyallahü Anhunun altı aylık hilâfetiyle beraber Risale i Nûr’un “Cevşen ül Kebir”den ve “Celcelutiye”den aldığı bir kuvvet ve feyizle, vazife i hilafetin en ehemmiyetlisi olan neşr i hakâik ı îmâniye noktasından Hazret i Hasan Radiyallahü Anhunun kısacık müddetini uzun bir zamana çevirerek tam beşinci halife nazariyle bakabiliriz. Çünki adalet i hakikiye ile bu asırda insanları mes’ud edebilir bir istidatta bulunan Risale i Nûr’dur ve onun şahs ı manevisi, Hazret i Hasan Radiyallahû Anhu’nun bir muavini, bir mütemmimi, bir manevî veledi hükmündedir : “


6 Emirdağ 1, Sh 71’de “...Hatta ben fakir ve muhtaç olduğum ve zâhid ve sofi ve riyazetçi olmadığım ve büyük bir şeref ve haysiyet ve hanedanlık şan ve şerefinden hissedar olmadığım halde..: “
Ve daha bu maddeler gibi Risale i Nûrlarda, Üstâd Hazretleri’nin kendisinin maddî, belli bir silsileye bağlı ve asaletli bir hanedanlığı, bir siyâdetinin olmadığını gösteren beyânları daha vardır. Fakat bunlar, maksadı anlatmak için yeterlidir. .
Şimdi Nûr talebelerinin Üstâd Bediüzzaman hakkındaki kanaatlerini gösteren yazılı birkaç maddeyi kaydedelim:


1 “Denizli kahramanı” diye Üstâd’ın iltifatına mazhar olmuş ve Risale i Nûr’un şanı hakkında yazdığı medhiye ve şiirlerine “şehname” diye Üstâd’ın takdirine nail olmuş âşık ve velî, aynı zamanda ehl i tahkik insan merhûm şehid Hasan Feyzi Efendi bir medhiyesinde şöyle der:
“... O’na Kürdî denilmesi ve kaside i Hazret i İmam ı Ali’de görülen kelimesinin hazf ve kalbiyle “Kürd” îmâ ve işaretinin bulunması gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun manevî silsile i keramet ve siyâdetten tenzil ve teb’idini icab ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan’da doğup büyüyen ve bu lâkabla ma’ruf ve meşhur olan bu zâtın Risale i Nûr tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir. Yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir. Kürtçe bilmesi, o kıyafete girmesi ve öyle görünmesi, kendini setr ve ihfa için olup, hakiki hüviyyet ve milliyetini ihlâl ve inkâr mânâ ve maksadıyla değildir, diye düşünüyorum” dedikten sonra Hasan Feyzi merhûm, bir başka maksadı îmâ eder gibi serd i kelâm eder, der ki:


“Âlem i İslâmiyet ve insaniyyet ve Harameyn i şerifeyn’e asırlarca hizmet eden bu kahraman Türk milletini, onun çok sevmesinde ve hayatının mühim bir kısmını hep Türklerle meskûn olan bu havalide geçirmesinde büyük hikmetler, mânâ ve mülâhazalar olsa gerektir...


2 Merhûm Husrev Altınbaşak ağabeyin Hz. Üstâd’ın bir fotoğrafının arkasına yazarak Kastamonu ve Emirdağı’na gönderdiği şu satırları onun kanaatını açık göstermektedir:
“Bu günde mele i a’lânın arzda medâr ı süruru
Bu günde sekene i arzın mele i a’lâda medâr ı iftihârı
Bu günde Habibullahın medâr ı nazarı
Bu günde Müslümanlığın ser tâcı
Bu günde hakikatların imamı
Hem bu günde mahbûb u Hudâ
Hem bu günde allâme i asr
Hem bu günde zulmetin nûru
Hem bütün günlerde Mehdi i a’zam
Hem molla Said i Nursi
Hem Bediüzzaman el Kürdî”


3 Nûr Risalelerini yazıp çoğaltmayı hayatının en baş gayesi bilen ve işittiğimize göre bütün Risale i Nûr eczalarını baştan sona kadar 16 defa yazıp bitiren, Isparta Kuleönlü merhûm Küçük Ali Efendi’nin yirmi ikinci Lem’anın ahirindeki bir cümleye hâşiye olarak kaydettiği bir yazısında der ki:
“... Husûsan Risale i Nûr’un müellifi, zamanın Abdülkadiri Üstâdımız Said i Nursî Hazretlerine, sair evliyaya muhalif, müphem değil, sarihen haber vermesi, bizce “birinci Âl” den olduğu kat’idir. Çünki sinek gibi bir mahlukun Üstâdımızı ta’ciz etmemesi, neslinden olan Abdülkadir i Geylanî’den irsiyet almış. Gerçi Üstâdımız mahkemelerde Ehl i vukûfa karşı: “ikinci Âl i Beyt’den olduğunu onlara ispat etti. Maksadı tam ihlâsa muvaffak olduğu için kendi şahsını azlediyor. Kur’ân’ın bir elmas kılıncı olan Risale i Nûr’u gösteriyor...


4 Üstâd’ın manevi evlâdı ve fedai talebesi Merhûm Ceylan’ın vefatı münasebetiyle; hayatta kalmış Hz. Üstâd’ın hizmetkârlarının neşrettikleri mektublarındaki şu cümleler bu husustaki kanaatlarını izhar etmektedirler:


“... Bir mücahid i ekber, hem bir mehdi i azâm, hem bir müceddid i ekmel ve hem bir ferd i ferid olan Merhûm Üstâdımız Bediüzzaman Hazretlerinin “Memâtım hayatımdan ziyade îmâna hizmet edecektir” haberi aynen tahakkuk etmiştir. Tahiri, Sungur, Zübeyr, Bayram, Hüsnü”.
İşte, ekser Nûr talebelerinin hususî kanaatleri bu merkezdedir. Yalnız merhûm Hasan Feyzi Efendi’nin ifadesi ilk görünüşte Üstâd’ı birinci “Al”e dâhil eder gibi görünüyorsa da, dikkat edilirse, “ve onun manevî silsile i keramet ve siyâdetten tenzil ve teb’idini icab ettirmez.” ifadesinde “manevi Âl” cihetini nazara vermektedir.


Merhûm Küçük Ali ise, Osmanlıca Lem’alar’ın 22. Lem’asının âhirindeki “Eski zamanda manevî gayet büyük, kudsî bir imamın bize karşı gaybî kerametiyle.” cümlesinin altına haşiye olarak koyduğu ibare, onun tarafından konulduğu için, Üstâd Hazretleri’nin tensib ve tasvibini alıp almadığını bilmemekle beraber, Üstâd tarafından yeni yazı Lem’alara konulmadığı kesindir.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.nurasadakat.net
Genç Saidler
Admin
Admin
Genç Saidler


Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 22/01/09

ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Empty
MesajKonu: Geri: ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ   ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Icon_minitime2009-02-15, 01:40

SAİR GÖRÜŞLER




Bu konuda diğer bazı Nûr Talebelerinin kanaatleri ise, mes’elenin zâhirî keyfıyeti cihetine göredir. Bu ikinci kısım Nûr talebesi zâtların da kanaat ve fikirlerini gösteren yazılarını buraya alalım:

1 Risale i Nûrun neşrinde hizmeti büyük çapta sebkat eden ve Nûr’un dış âleme yayılmasında kendi zamanına göre ehemmiyetli bir şekilde vasıta olan “İnebolu”lu merhûm Selahaddin Çelebi 1946’larda ilk olarak Üstâd’ın Tarihçe i Hayatı’ndan bir hülâsa çıkararak, başta resmi makâmlar olmak üzere bir çok yerlere göndermişti. Aynı zamanda o yazı Hazret i Üstâd tarafından lâhikaya geçirilmiş ve bilâhare ufak bir ta’dilden sonra, Üstâd onu Osmanlıca Asâ yı Mûsa’nın ahirine derc etmişlerdi. İşte o yazının baş tarafları şöyledir:
“Tercüme i haline kısaca bir nazar:


“Bitlis’in Hizan kazasından Isparta (ısparit) Nahiyesinin “Nurs” Köyünde doğmuştur. Anası Nûriye Hanım, babası Mirza Efendi’dir. Kürt ailesine mensub olmakla beraber, kendisi asla Türklük, Kürtlük, Araplık, Acemlik tanımaz. Milliyeti ancak din bakımından kabul eder. Dünyadaki bütün Müslümanlar ve muhtelif dinlerden İslâmiyete girenler kardeşidir.. “


2 Hizmetini Risale i Nûr neşrine hasr ve vakf eden ve hâlen mücerred yaşayan Erzurum’un saf kan Türklerinden olan Muzaffer Arslan Hoca 1960 senesinde din düşmanlarının yalan, tezvir ve iftiralarının maşalığını yapan bazı gazetelerin neşriyatına karşı Zübeyr ağabeyle birlikte hazırlayıp neşrettiği “Bediüzzaman Said i Nursi ve Din Düşmanları” adlı eserinin 4. sâhifesinde Üstâd için şöyle der:


“... Bediüzzaman’a yaptıkları bu nesebî isnad ve tefrikden dolayı ayrıcalık yapmış olmazlar. Bunlara göre Müslüman olmazsan veya Müslüman âlimi bulunmazsan; Kürd değil ne olursan ol, hiçbir mahzur ifade etmez.


Mesele Bediüzzaman’ın Kürt olduğunu ortaya koymak değil... O bir İslâm mücahidi olmak ve bu mücahedesiyle senelerden beri iğfal edilmiş Müslüman münevverlerini gafletten uyandırmak vazifesinde bulunduğu için, bu Kürtlük mes’elesi ortaya atılmıştır. Bu adamlar böyle ırkî neseblerle uğraşmasınlar. Hepsinin neseblerini ortaya dökmeye muktedir bulunuyoruz...”


Muhterem Muzaffer Arslan Hoca’nın ifadesindeki maksadı şu olsa gerek:
“Yani müfterilere göre Üstâd’ın Kürtlüğü bir bahanedir. Ne olursan ol, gâvur ol, dönme ol, Yahudî ol, fakat sadece dindar olma, Müslümanlık yapma yeter” demek istemektedir.”


3 Bediüzzaman’ın kırk senelik cihad arkadaşı ve onu çok yakından tanıyan ve bilen ve 40 50 sene neşriyatını ve müdafaasını “Sırat ı Müstakim ve Sebil’ür Reşad” Mecmûalarıyla kahramanca sürdüren merhûm Eşref Edip, 1920 ve 1922’ de Üstâd’ın bazı makalelerini ve 1952’de Bediüzzaman’ın Tarihçe i Hayatını, 1965’de de “Risale i Nûr muarızı yazarların isnadları hakkında ilmî bir tahlil” isimli kitapları yazdı. Bu ikinci kitabının 65. sâhifesinde müfteri yobaz bezirgânlarına karşı yaptığı tahlilin bir bölümünde:


“... Maksad ma’lum!... Ona siyasî bir isnadda bulunarak efkâr ı umumiye nazarında onu lekelemek... Evet Merhûm, Türkün can, vatan ve din kardeşi olan Kürd soyundandır. Büyük mücahid Salahaddin i Eyyübî’nin soyuna mensubdur..” diye iftiracıların ağzına taş vurmuştur.


4 Hal ve durumu itibariyle bir Nûr talebesi olmayıp, fakat gerçek mânâda bir müslüman Türk olan merhûm tarihçi yazar İbrahim Hakkı Konyalı “Aydınlar konuşuyor” kitabında Bediüzzaman hakkında görüşlerini açıklarken şöyle diyor:

“Bu zât müslüman bir insandır. Onda Kürdlük endişesi yoktu. Çünki İslâm dini iyi adam arar. Allah indinde en makbul insan, en çok takva sahibi olandır. Eğer bir Salahaddin i Eyyübî olmasaydı, bugün İslâm medeniyeti olmazdı. Ben olsam “Said i Kürdî” derim. Ne olacak sanki?.. Onun fikirleri İslâmî fikirlerdir.”


5 Bediüzzaman’ın küçük kardeşi merhûm Molla Abdülmecid Efendi, bazı münafık ve dönme gazetelerin “Kürdlük” meselesini bir silah olarak kullanıp iftira ve yalanlar yaygarasını kopardıkları 1960 1964 tarihlerinde kendi hâtıra defterine bazı hâtıralarını kaydettikten sonra, şunları yazmıştır:

“Tarihçe malûmdur ki: Kürdistanı Osmanlı Türk devletine ilhak etmeye muvaffak olan İdris i Bitlisî’dir. Türk milletinden çok kimseleri dalâletten kurtaran da Said i Bitlisi’dir. Said de tarihe geçecektir...


Yüz otuzbeş parçadan ibaret olan Türkçe Nûr Külliyatını te’lif eden Said i Nursî bir Kürttür. Bediüzzaman Kürtlüğüyle beraber, otuz milyon Türkü muhalif cereyanlardan kurtarmıştır.
Türk milletinden pek çok insanları Nûr havzasına almaya muvaffak olan Said, evet bir Kürttür.
İlmen ve dinen Türk milletinin yüksekliğini dünyaya ilân eden Said bir Kürttür.”
Bu hâtıra defteri bizde mevcud olup içinde çok değerli, tarihi gerçek vesikalar vardır. Onları bu kitapta tarih vak’aları sırasında kaydedeceğiz. İnşâallah.


İşte yazılı bu kanaat şekillerini de böylece kaydettikten sonra; Üstâd Hazretlerinin son on senelik hayatında en yakın talebe ve hizmetkârlarından merhûm Tahirî Mutlu, Zübeyr Gündüzalp, Mustafa Sungur, Hüsnü Bayramoğlu, Bayram Yüksel ağabeylerden hiç birisi, Üstâd’dan duyarak; delilli bir Seyyidliği rivayet etmiyorlar. Hususi kanaat ve düşünceleri, Üstâd’ın Seyyid olduğu cihetinde olduğu halde, fıtrî olan menşe’ini de samimi şekilde teslim ediyorlar. Bu zâtlardan ayrı ayrı dinleyip duyduğum hususi sözlerini burada kaydetmeyi uygun bulmadım.


İşte şu yazılı, kayıdlı söz ve kanaatlerin yanı sıra, Üstâd’ın hizmetkârlarının kaydetmediğimiz şifahi sözleriyle birlikte, hususi kanaatlerin sahibi bu zâtların bir ikisi hariç hepsi Türktürler.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.nurasadakat.net
Genç Saidler
Admin
Admin
Genç Saidler


Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 22/01/09

ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Empty
MesajKonu: Geri: ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ   ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Icon_minitime2009-02-15, 01:45

HUSUSİ BİR KANAAT


Mevzûumuzu toparlamadan önce, hususi bir kanaatimi de burada kaydetmek isterim, şöyle ki: Seyyid i Kâinat Efendimiz’in (A.S.M.) pâk, mutahhar, muâlla ve şerif olan zürriyet ve nesli; bilinen ve silsile ve şecere ile sâbit olan Seyyidler kadar, belki daha çok onun zürriyetine mazhar gizli ve bilinmeyen Seyyidler de olabilir ve vardır.

Evet, İmam Celâleddin i Suyuti “Târih i Hulefa” isimli kitabında yazdığına göre , İmam ı Hasan Radıyallahü anhünün bir çok kadınla evlenmiş olması, bu hatunlardan dünyaya ne kadar çocuğun geldiğinin kesin olarak bilinmemesi, bu hususî kanaati kuvvetlendirir gibidir.
Hem Resulullah Efendimizin icma’ ile sabit olan evlenmiş olduğu birçok hatunundan bazısından doğan kerimelerini de bu hesaba dahil edersek, Onun Nûr ve şerif olan kanının ve zürriyetindeki hadsiz, payansız zerrelerin, İslâm milletinin kanlarına karışmış olması mümkündür. Bu noktadan çok insanların bu gizli ve manevi siyadet mânâsına mazhariyetleri de düşünülebilir.
İşte bu umumi imkân noktasından bazı kimselere hususî kanaat cihetiyle Seyyidlik vermek caiz olabilir. Ancak şeriat ve din hükümleri zahire göre hüküm ettikleri için, zahirde delil ve vesikası olmıyan, yani insanlar arasında şecere ve an’anesi bulunmıyanlara; hem de yalnız anadan taraf değil, babadan taraf Seyyidliği sâbit olmıyanlara Seyyidlik vermek mümkün olmamaktadır.


RİSALE İ NUR’UN ARAŞTIRMACI ÂLİMLERİNDEN MÜHİM BİR ZAT’IN (RÜŞTÜ TAFRAL)'IN BİR DEĞERLENDİRMESİDİR

“Yukardaki nakillerde görüldüğü üzere; Üstâd Bediüzzaman Risale i Nûr eserlerinde maddî ve sülâlevî bir seyyidliği kendi hakkında tesbit ve kabul etmezken.. Bazı Nûr talebelerine, seyyidlik mânâsını gösteren “Hasenîlik ve Hüseynilik” cihet ve hakikatını kabul ve izhâr etmiştir. Bu durum ise, yukarda nakledilen “Seyyid olmıyan, seyyidim .. Ve seyyid olan değilim. ilââhir..” mühim düsturlu kaidenin yasağına göre; bazılarının dikkatini çekmiş veya çekebilecek olan bu meselenin bir te’lifini yapmak gerekmektedir şöyle ki :

Seyyidliğinin varlığı, (yani şecere ve sülale ile ittisalini gösteren) zahir ve maddî delillerle biliniyorsa, mezkûr İslâmî kaideye göre “Seyyid değilim” diyemez. Fakat manevî keşifler ve ilhamî ilimler gibi ihtisaslara istinaden seyyidliğini bilen ve anlıyan bir kimse, “Seyyid değilim” demesine herhalde şer’i bir mahzur olmaz.. Ve böylesi bir manevî siyâdet ve dinî yüksek makâma lûtf ı ilahi ile sahib ve mazhar olan zât, elbette ihlâs, mahviyet ve tevazu’ gibi yüce hasletlerin icabı olarak, kendisinin yüksek makâm ve mertebesini ileri sürmemesi uygun gelir.. Ve her halde bu nokta içindir ki; Bediüzzaman Hazretleri manevî makâm ve mertebeleri daima Risale i Nûra ve halis talebelerinin yüksek dairesinin şahs ı manevisine vermiştir.

Evet, Risale i Nûr’un meslek ve meşrebi âzamî ihlâs, mahviyet, tevazu ve dünyada maddî ve manevî herşeyden feragat olduğundan; Nûr talebeleri binler delil ve hüccetlerle; Üstâdlarına verilmiş ve müsellem ve sabit olmuş olan en yüksek makâm ve mertebeleri halisâne ve haklı ve hakikatlı ve sarsılmaz kanaatları ile onun hakkında kabul ettikleri halde; Bediüzzaman Hazretleri ise, eserlerinin bir çok yerinde; o pek yüksek makâmâtı red etmeyip, fakat Risale i Nûr’un ve Nûr talebelerinin şahsiyet i maneviyelerine vermiş.. Ve daima ısrarla bu manevî şahsiyeti nazara vermiştir. Kendi şahsı itibarı ile ise, atfedilen o kudsî makâmattan zahir nazarda daima kaçmıştır. Ezcümle bir ifadesinde şöyle der:

“Manevî ve makbul ve zararsız ve bütün ehl i îmân ve hakikatın istedikleri nûranî makâmlar ve uhrevî rütbelerden, hâlis kardeşlerimizden hüsn ü zanla verilen ve ihlâsımıza zarar gelmediği halde, eğer kabul etsen, reddedilmeyecek derecede senedler, hüccetler bulunduğu halde; sen değil tevazu’ ve mahviyetle belki şiddet ve hiddetle ve o makâmı sana veren kardeşlerinin hatırını kırmakla o rütbelerden ve makâmlardan kaçıyorsun?

Elcevab: Nasılki ehl i hamiyet bir insan, dostların hayatını kurtarmak için kendisini feda eder; öyle de, ehl i îmânın hayat ı ebediyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa hem lüzum var kendim değil yalnız lâyık olmadığım o makâmları, belki hakikî hayat i ebediyenin makâmlarını dahi feda etmeye, Risale i Nûr’dan aldığım ders i şefkat cihetiyle terkederim.” (Emirdağ Lâhikası 1, s: 74)

Aynı mânâyı teyid eden diğer bir dersi şöyle:


“Nasılki insanlar evham yüzünden beni temastan men’ ede ede âsâbıma dokundurdular; inayet i İlahiye dahi, hizmet i îmâniyedeki ihlâsı kırmamak ve tasannukârane hodfüruşluk vaziyetine girmeye mecbur etmemek ve bu zamanda çok tesir eden şahsıma karşı teveccüh, muhabbet ve hizmete zarar veren kendini makâm sahibi göstermek vaziyetinden kurtarmak ve Kur’ândan gelen Risale i Nûr’un elmas gibi hakikatlarını bana mal etmekle cam parçalarına indirmemek hikmetleriyle, Cenab ı Erhamürrâhimin bana bu hastalığı vermiştir.” (Emirdağ Lâhikası 1, s: 61)

“Hem kardeşlerimin bu bîçâre kardeşlerine verdiği makâm ı uhrevî, hakikî, dinî, makâm ise; Mektubat’ta ikinci Mektub’un âhirindeki kaideye göre, “şahsıma verdikleri manevî hediye olan kemalâtı, eğer hâşâ ben kendimi öyle bilsem, olmamasına delildir; kendimi öyle bilmesem, onların o hediyesini kabul etmemek lâzım geliyor,” Hem kendini makâm sahibi bilmek cihetiyle enaniyet müdahale edebilir.
Bir şey daha kaldı ki; dünya cihetinde hakâik i îmâniyenin neşrindeki vazifedar, makâm sahibi olsa, daha iyi tesir eder denilebilir. Bunda da iki mani’ var:
Birisi: Faraza velayet olsa da; bilerek, isteyerek makâm yapmak tarzında, velayetin mahiyetindeki ihlâs ve mahviyete münafidir. Nübüvvetin vereseleri olan Sahabeler gibi izhar ve da’vâ edemezler, onlara kıyas edilmez.” (Emirdağ Lahikası 1, s: 227.)


“Gerçi manen ben Hazret i Ali’nin (R.A.) bir veled i manevisi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl i Muhammed (A.S.M.) bir ma’nada hakiki Nûr şakirdlerine şamil olmasından, ben de Âl i Beyt’ten sayılabilirim; fakat bu zaman şahs ı manevî zamanı olmasından ve Nûr’un mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makâmları arzu etmek ve şanu şerefi kazanmak olmaz ve sırr ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenâb ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makâmâta gözümü dikmem ve Nûr’daki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makâmât dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur biliyorum.” (Emirdağ Lâhikası 1 sh.267) gibi ders ve beyânlardan anlaşılıyor ki, bilerek ve istiyerek büyük makâmları şahsına kabul etmek, sırr ı ihlâsa uygun düşmediğinden ve bilhassa kendisinin vefatından sonra bazılarının böyle makâmlara göz dikmemek dersini kendi şahsından göstermek için, Üstâd Bediüzzaman Hazretleri sahib olduğu makâmı şahsına kabul etmemiş, Risale i Nûr’a vermiştir. Rüştü Tafral


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.nurasadakat.net
SEYİD
Çalışkan Üye
Çalışkan Üye
SEYİD


Mesaj Sayısı : 86
Yaş : 52
Kayıt tarihi : 24/01/09

ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Empty
MesajKonu: Geri: ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ   ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ Icon_minitime2009-02-16, 13:16

ÇOK GÜZEL BİR ÇALIŞMA OLMUŞ.BU YAZIDAN DA ANLAŞILDIĞI GİBİ ÜSTAZIMIZ SEYYİDDİR.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ÜSTADIMIZIN SEYYİDLİĞİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» RİSALE-İ NUR'A GÖRE ÜSTADIMIZIN ÜSLUBU
» Üstadımızın kendi el yazısıyla Küçük Sözler (Yedinci Söz)
» Üstadımızın kendi el yazısıyla Küçük Sözler (Sekizinci Söz)
» Üstadımızın kendi el yazısıyla Küçük Sözler (Birinci Söz)
» Üstadımızın kendi el yazısıyla Küçük Sözler (İkinci Söz)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Nura Sadakat Forumu :: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ :: Bediüzzaman'ın Hayatı-
Buraya geçin: